Haber Detayı
17 Nisan 2024 - Çarşamba 09:24
 
Prof. Dr. Ömer adil Atasoy "Ben Kimim? Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikayesi" Kitabın Takdim Yazısı
BENİM AİLEM Haberi
Prof. Dr. Ömer adil Atasoy

TAKDİM

Toplumsal duyarlılık sahibi, araştırmacı, sorgulayıcı ve çözüm odaklı televizyon programları yapımcısı kişiliği ile tanıdığım Sayın Yazar Muhammet Binici’yi hazırlamış olduğu elinizdeki kitabı dolayısıyla kutlarım. Müşterek dostumuz Prof. Dr. Süleyman Doğan’ın önerisi ve Sayın yapımcı Muhammet Binici’nin kibar daveti üzerine gerçekleşen birkaç TV programında konuşmacı olarak bulunmam dolayısıyla kendisini yakından tanıdım. Sayın Muhammet Binici'nin TV’deki programlara hazırlanma şekli ve sunuşundaki titizlik bilhassa dikkatimi çekmişti. Programlarda, toplumumuzu önemli derecede ilgilendiren ve günlük hayatımıza yansıyan güncel olaylarla ilgili; yaraya parmak basıcı, konunun uzmanlarının katılımı ile konuyu tartışmak ve ortak bir çözüme ulaşabilme gayret ve çabası daima öne çıkan bir anlayış olarak beliriyordu.

İlk katıldığım programın konusu: İlk ve orta öğretim öğrencileri arasında ortaya çıkan akran zorbalığı ve şiddeti idi. Benim konuya bakışım, eğitim sistemimizde yanlış sonuçlara yol açtığını düşündüğüm ne şekilde olursa olsun birey bencilliğini pekiştiren rekabetçi eğitim anlayışına vurgu yaparak, geçmişteki Türk eğitimi ve meslek hayatımızda olumlu etkilerini ve uygulamalarını gördüğümüz "Ahilik" kültür ve geleneğinin esasını teşkil eden; insanımızı, inanışları ve yaşamı ile bütün olarak gören, dayanışmacı, yol gösterici ve gözetici, kişiyi yaşamın hangi alanında olursa olsun başıboş ve kendi haline bırakmayan, kişisel gelişimi ve ekip ruhunu esas alan anlayışın önemi üzerinde durmaktı. Konunun kişisel eğitim, kişisel psikoloji ve toplum bilimi açısından değerlendirmesini yapan uzman arkadaşlar da benzer görüşler ileri sürerek yani bir eğitim politikası benimsenmesi ve belirlenmesi konusunda birleşmişlerdi.

Katıldığım 2. Program Gazze’de başlayan ve benim, "Son İndifada; Filistin Öz Savunma Hareketi" olarak nitelendirdiğim Filistin özgürlük hareketine; diğer bir ifade ile "Gazze’deki İsrail ablukası ve zulmüne başkaldırı niteliğindeki son direniş hareketine" karşı İsrail Devletinin örgütlü olarak başlattığı insanlık dışı müdahale ve soykırım hareketini kınayan ve Dünya İnsanlık Alemini ve Birleşmiş Milletleri İsrail zulmünü önlemeye davet eden program idi.

Katıldığım 3. Program ise "31 Mart 2024 Yerel Yönetim Seçimleri” öncesinde İstanbul’un kentsel yönetimi, belediyecilik sorunları ve çözüm yollarının belirlenmesine yönelikti.

Bu programda, İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in tayin ettiği "İlk İstanbul Kadısı” ve “Şehremini"; Belediye Başkanı olarak atadığı Sivrihisarlı Hızır Bey'in İstanbul’da gerçekleştirdiği belediyecilik faaliyetleri ve aldığı şehircilik tedbirleri ile ilgili bilgiler sunmaya çalışmıştım. Şimdi görüyorum ki Sayın Muhammet Binici televizyon yapımcısı gözü ile izlediği ve gündeme getirdiği toplumsal meselelerimizin bir başka boyutuna bir yazar olarak el atmış ve programcılığında gerçekleştirdiği insani; çözüm üretici bakış açısı ve çözümlemeye yönelik yeteneğini yazım alanında da gerçekleştirmiş bulunmaktadır.

Samimi birer mülakat boyutunda kitaba aktarılanlar; örnek olarak ele alınan kişiler, mevcut durumlarının doğum öncesinde oluşan yaratılış özelliklerinden kaynaklanmadığını; sonradan ortaya çıkan olaylar ve yaşam biçimlerinin sonucu olarak oluştuğunu, hallerinden pişmanlık duyduklarını ve tedavi olmayı istediklerini belirtmişlerdir. Kitapta yer alan mülakatlara gönüllü olarak katılan kişilerin samimi itirafları; sağlıklı nesillerin yetişmesinde; aile, eğitim kurumları, sosyal çevre ve olumsuz hedonist kişilik bozuklukları olan kişilerin yönlendirici etkilerinin; sahiplenilmemiş, şefkatten mahrum bireylerin ise yalnızlık içinde ne denli sorunlarla karşılaştıklarını bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Sayın Muhammet Binici’yi toplumsal duyarlılığın ve insani ve İslami bakış açısının ortaya koyduğu bu samimi, yaraya parmak basan yazısı ve hazırlamış olduğu ibretle okunmayı bekleyen “Ben Kimim? Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikâyesi” adlı kitabından dolayı tebrik ederim. İnsanların kadın ve erkek olarak yaratılış hikmetine ve hilkate aykırı sapkınlıkların, bireysel tercih ve kişisel özgürlükler adına hoş görülmeye başlandığı bir ortamda sıkıntıda ve saldırı altında olan toplumumuz ve aile yapımız her türlü korunmaya ihtiyaç duymaktadır. Sayın Muhammet Binici’nin toplumsal sorumluluk, araştırma ve emek mahsulü elinizdeki kitabının, çeşitli taciz ve etkiler ve hatta ekonomik ve sosyal, kültürel güç kullanımı dâhil, olumsuz örnek oluşturan kişi, örgüt, topluluk ve etkinliklerin yönlendirmesi ile normal olmayan alışkanlık ve davranışlara iteklenen çocuklarımızın hedonist ve her türlü ahlak dışı zevkci alışkanlıkları teşvik eden ve besleyen kişi, topluluk ve menfaat çetelerine karşı koruyucu önlemlerin alınmasına vesile olmasını dilerim.

 

Prof. Dr. Ömer Adil ATASOY

12 Nisan 2024
İstanbul


 

KİTABA METHAL
Konuk Yazar

DEĞİŞMEYEN!... ŞEYLER ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
 

Sayın değerli bir Hocamızın, “Unutulacak Şeyler” adlı kitabını okumak ve incelemek fırsatı bulmuştum. Bu kitapta ilmi ve son gelinmiş nokta anlamında ortaya konulan bazı görüşleri bilimsellik kisvesi altında kabullenilmiş peşin hükümler olarak gördüğümü ve Sayın Hocanın insan beyni ve özellikleri üzerine yazdığı diğer kitapları da okuduktan sonra yaptığın karşılaştırma ve değerlendirmelerimi Sayın Hocaya açık yüreklilikle ve tüm samimiyetimle bildirmiş idim.
 

Yaptığım karşılaştırmalı kitap incelemesinin sonucu ortaya çıkan metnin bir kısmını Sayın Hocanın “Bilim eleştiridir” şeklindeki anlayışına ve bilimsel hoşgörüsüne sığınarak Sayın Muhammet Binici’nin hazırlamış olduğu “Ben Kimim? Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikayesi” adlı kitaba bir “Methal” olmak ve incelenen konunun daha etraflı ve bütüncül bir şekilde anlaşılmasını sağlamak bakımından yararlı olacağı hakkındaki düşüncemi ve Sayın Muhammet Binici’nin değerli kitabına “konuk yazar” olarak katılmak dileğimi kendisine ilettim. Sayın Muhammet Binici’nin bu konuda göstermiş olduğu olumlu tavır ve anlayışı şükranla karşıladığımı belirtmek isterim.

 

I-         DEĞİŞMEYEN ŞEYLER!
 

“Değişen Şeyler” adlı kitabını dikkatle okuduğum Sayın Hoca, kitabın “Cinsel İşlevler, beyin ve Eşcinsellik” başlığını taşıyan bölümünde, cinsellikle ilgili dişi ve erkek karakterlerin ortaya çıkması ve özellikleri üzerine yaptığı açıklamaları, beyinde iki ayrı karakterin oluşumunu güncel bilimsel bilgiler ve açıklamalarla zenginleştirmeye çalışıyor. Kitabın ilgili bölümünde üzerinde durulan konular ve alt başlıklar şöyle sıralanmış bulunuyor: “Eşcinsellik nasıl oluyor?”, “Eşcinsellik neden var?”, “Dinde bu meselenin yeri?” gibi başlıklar altında konuları inceliyor ve düşüncelerini şu şekilde açıklıyor: “Eşcinsellik olgusu bireysel karakterli olduğunu, beyinde ortaya çıkan farklı oluşum ve yapısal gelişmeye bağlı olduğuna dair Batı dünyasında ve Amerika’da oluşan ve yaygınlaştırılmaya çalışan görüşe katılarak, beyin bilimi ve teknolojik gelişmelerin ortaya koyduğunu iddia ettiği bilimsel bulgu ve verilere yer vererek güya bilimsel bir açıklama yapmak yoluna gidiyor.
 

Mesela bu konuya dair bulgulardan bahsederken şu yargıyı ortaya koyuyor: “Eşcinsel bireyin beyni, dıştan görünen cinsiyetlerini taşıyan hemcinslerinden büyük oranda farklıdır. Anne karnında meydana gelen ve gelişen birçok yapı, eşcinsel bireylerde, hemcinslerinden çok, karşı cinsin beyin yapısına benzerlik gösterir” diyor. Ayrıca, eşcinsel ve heteroseksüel bireyler arasındaki beyin farklılıklarını açıklayan bazı Batılı beyin araştırmacıları tarafından belirlenen farklı özellik ve bulgulara yer veriyor. Bu konudaki bir yargısını da şu şekilde ifade ediyor: “Genel olarak bakıldığında eşcinselliğin bir yaşam tarzı seçimi ve tercihi” olarak görülmesi, en azından bazı durumlarda pek mümkün değildir.
 

Alıntı yaptığı ve yararlandığı bilimsel araştırma bulgularının ise, eşcinsellik özellikleri ve davranış alışkanlıkları ortaya çıkmış ergin bireyler üzerinde yapılmış olduğuna dair bilgiye, bilimsel doğruluk adına kitabında yer vermiyor. Hâlbuki araştırma örneklerinin mevcut durumu ve özelliklerinin tam olarak biliniyor ve açıklanıyor olması bilimsel bir gerekliliktir.
 

Daha önce anne karnında gelişen ve oluşan eşcinsel beyin yapısının doğum öncesi veya sonrası oluşumunu tam belirleyen ve tanımlayan beyin yapısı ve eşcinsel beyin özelliklerinin ve bulgularının eşcinsel ergin bireyler üzerinde tespit edebilmenin bu örneklerden hareket edilerek mümkün olmadığını bir bilimsel gerçeklik olarak belirtmek isterim.
 

Ergin eşcinsel bireylerin zaman içinde çeşitli psikolojik ve toplumsal şartlar içerisinde oluşmuş beyin yapılarını anne karnında iken oluşmuş beyin yapıları ile ayniyet içerisinde görmek ve kabul etmek ancak bilimsel bir yanılsama olarak açıklanabilir.
 

“Bir hastalık olarak eşcinsellik” başlığı altında ise tıp dünyasının eşcinselliğe bakış öyküsünü özetliyor: Eşcinsellik önceleri kabul edildiği gibi günah, yasaklanmış sapkın cinsel tercih olgusundan çıkarılarak, önce “cinsel aidiyet bozukluğu şeklinde tanımlanan bir hastalık” şeklinde değerlendirilmiş, daha sonraları ise 1978 yılında "Amerika Psikiyatri Birliği” tarafından yapılan bir "oylama sonucunda”, eşcinselliğin “hastalık” olmaktan çıkarıldığını ifade ediyor ve kabulleniyor.
 

Eşcinsellik olağan bir yaratılış özelliği, normal bir durum olarak kabul edilince de Batıda “gay” (eşcinsel) bireylere yapılan terapilerde, psikolojik destek amaçlı olarak danışman psikologlar tarafından, eşcinsel kimliklerini kabul etmelerine yardımcı olacak teknikler ve telkinler! ağırlıklı olarak kullanılıyor tespitine yer veriyor. Son bir tespit ile “Yarın ne olacağını bilmesek de bugün itibariyle bilimsel açıdan eşcinsellik bir hastalık değil” sonucuna varıyor.

 

Sayın Hoca, heteredoks yapıda olsa dahi her iki cinsiyete, farklı her iki cinse karşı da cinsel yahut romantik ilgi duyan “biseksüel” kişilerin durumunu ayrı bir kategori olarak belirttikten sonra; “eşcinsellerde sadece kendi dış cinsiyetiyle aynı cinsiyette insanlara karşı cinsel romantik bir ilgi durumu gözlemlenir” diyor ve bu duruma gerekçe olarak beyin özelliklerinin farklı olduğu belirtiliyor.
 

Eşcinsellik neden var? Sorusuna ilişkin hayvanlar üzerindeki gözlemlerden hareket ederek, aynı cinse karşı eşcinsel davranış gösterilerinin, daha çok bir tehlike ile karşılaşan stres altındaki davranış gösterileri olarak açıklıyor. Örnek olarak da maymunlarda ve mezbahaya kesime götürülen erkek boğaların stres ve ölüm korkusu hissi ile başka boğalara aşma eğilimi göstermelerine dikkat çekiyor. Bu tür hayvanların beyin yapılarında eşcinsel bireylerdeki değişimlerin gözlemlendiğini belirtiyor.
 

Sonuç olarak, insanları sadece erkek ve dişi (kadın) özellikli olarak ayırt etmek ve kabul etmek ancak bir zihin konforudur. Bu kategoriler dışında yaratılış istisnalarının varlığını eş cinsel bireylerde olduğu gibi kabul etmek bu yüzden acı çeken bireylere bilgi rehberliğinde yeni bir bakış geliştirmek görevdir" diyerek son noktayı koyuyor.
 

Sayın Hoca’nın “Dinde Bu Meselenin Yeri?” başlığı altında ortaya koyduğu görüşün ise oldukça tartışmalı olduğunu belirtmek isterim. Şayet “Din” olarak anladığınız “İslam” ise açıklamalarınız İslami kaynakların ortaya koyduğu, yasakladığı tabloya uygunluk göstermiyor.
 

Empati yaparak konuya yaklaşılması tavsiyesinde bulunuyor ve diyor ki “Bilimin ortaya koyduğu bilgiler ışığında, eşcinsel eğilimler gösteren bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Ne yapardınız? Müslümanların eşcinsellik konusundaki tavrı, bana sorarsanız, aslında bu sorunun yanıtı kadar net ve sade olmalıdır.
 

Alıştığımız kalıplara yahut duygu ve ön kabullerimize aykırı da gözükse, fıtrat gereği mevcut olan, Allah’ın irade ettiği bir yaratılış çeşitliliği olması kuvvetle muhtemel[1] eşcinselliğe nasıl yaklaşacağımızı bilgi, görgü ve iman belirleyecektir. Bugün bu kadar bilgimizin olduğu bir dönemde, eskilerin ezberleriyle[2] doğru iş yaptığımızdan emin olma konforunu artık terk etmemiz gerekir” diye fikrini beyan ediyor.

 

                   [1]  Sayın Yazar “muhtemel” dediğine göre bu yargı kesin bilgi ve bilimsel bir görüş, bulgu, durum sayılmaz.

[2]“Eskilerin ezberleriyle” ifadesinden ne kas edildiği tam anlaşılmamaktadır. Bu ibareden Kur’an’da açıklanan ve İlahi hükümle yasaklanan durum kast ediliyor ise üzerinde dikkatle durup düşünmek gerekir.

 

II-       İSLAM DİNİNİN VE KUR’AN’IN EŞCİNSELLİĞE BAKIŞI
 

Öncelikle Semavi Dinlerin sonuncusu olan “İslam Dininin” sapkın ve yaratılışa aykırı cinsel tercihlere bakışını, birincil kaynak olan Kuran’ın açık Ayetlerinde nasıl ifade edildiğine bakarak incelemek gerekmektedir. Bir Müslüman ve Kitabımız Kur’an’ın getirdiği hayat sisteminin, insanlığın mutluluğu için bir rehber olduğu bilincinde “İslami şuur sahibi” bir aydın olarak öncelikli sorumluluğumuzun bu olduğunu düşünmekteyim.

İslam Dini açısından eşcinsellik konusundaki öğüt, yasak, korunma ve önlemeye yönelik hükümler Kuran’ın şu iki Suresinde ve Ayetlerinde tüm insanlığa ibret olmak üzere açıklanmış bulunmaktadır. Bunlar: Araf Suresi: 7/80-84. Ayetler ile Hud Suresi:11/77-83.Ayetleridir.
 

Bu Ayetler Allah’ın bildirdiği ve uyulmasını istediği yaşam tarzına ve emirlere uygun hareket etmeyen geçmişteki ümmetlere gönderilen ve kendilerine Kitap verilen Peygamberlerin gönderildikleri toplulukların Allah’ın emirlerine uymama, Allah’ı, Peygamberlerin öğütlerini inkârları yüzünden başlarına gelen ibret verici örnek olaylar ve karşılaştıkları “İlahi cezalarla” ilgili olarak açıklamalar yapmaktadır.

 

Lut Peygamberin kavminin durumu ve sapkınlıkları da bu örneklerden biridir. Kuran, Lut kavminin içinde bulundukları sapık ve yaratılışa aykırı eşcinsel alışkanlık dolayısıyla Allah’a isyan etmelerinin çirkinliğini ve sonucunu, insanlara ve gelecek topluluklara ibret olmak üzere nakletmektedir.

Araf Suresi: 7/80 ve devamındaki Ayetlerde şöyle denilmektedir:

Araf suresi 80. Ayet: “Lut’u da Peygamber olarak (kavmine) gönderdik. O kavmine dedi ki: Sizden önce hiçbir milletin yapmadığı bir fuhşu; ahlaksızlığı, iğrençliği mi yapıyorsunuz”.

81. Ayet: “Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz çok aşırı giden taşkın bir kavimsiniz”

82.Ayet: “Kavminin karşılık vermesi şöyle oldu: 'Onları (Lut’u ve ona inananları) memleketinizden çıkarın, çünkü onlar fazla temiz olan insanlarmış’. Demelerinden başka bir şey olmadı”.

83 Ayet: “Biz de Lut’u ve karısının dışında bütün aile fertlerini kurtardık. Çünkü karısı geride kalan ve Allah’ı inkâr edenlerden idi”

84. Ayet: “Üzerlerine kızgın taşları yağmur gibi yağdırdık. Bak gör ki suç işleyen mücrimlerin sonu nasıl oldu”.
 

Lut Kavmi ile ilgili ikinci bir sure ise Hud Suresidir. Hud Suresi 69. Ayetten itibaren İbrahim Peygambere İshak ve Yakub’u müjdelemek için Meleklerin gelmesi, İbrahim peygamberin gelen yabancıları ağırlamak için kızarmış et ikram etmesi fakat misafirlerin ikram edilen etten yememeleri üzerine korkması, bunun üzerine misafirlerin kendilerini tanıtarak biz Allah tarafından gönderilen Melekleriz, “Korkma biz Lut’un kavmine gönderildik” Sana da müjdeci olarak geldik demeleri. İbrahim Peygamberin korkusu geçip sakinleşince, Meleklerle Lut kavmine ilişkin niyetlerinden vaz geçirmek için tartışması anlatılmaktadır.

Hud Suresi 76. Ayette: “Meleklerin, ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir” demeleri, sonra da Lut Peygambere gelmeleri ve Lut kavminin sapkın hal ve durumları Hud Suresi 77. Ayet ve devamında açıklanmaktadır.

Hud Suresi 77. Ayet: “Ne zaman ki Elçi Meleklerimiz Lut’a geldiler, Meleklerin gelişleri yüzünden Lut fenalaştı, eli ayağı birbirine dolaştı. Lut, bugün çetin bir gündür dedi”.

78. Ayet: “Lut’un kavmi koşarak, daha önceleri alışkın oldukları kötülenmiş, ahlaksız işleri yapmaya müsaade etmesi, genç erkek şeklinde gelen misafirleri kendilerine teslim etmesi için Lut’un yanına geldiler. Lut onlara: Ey kavmim! İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah’tan korkun, beni misafirlerime rezil rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında adam yok mu? Dedi”.

79.Ayet: “Onlar: Sen de bilirsin ki, bizim senin kızlarınla bir ilgimiz yoktur. Sen bizim ne istediğimizi gayet iyi biliyorsun dediler”.

80. Ayet: “Lut dedi ki: Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya sizden korunabilmek için güçlü bir kaleye sığınabilseydim”.

81. Ayet: “Melekler dediler ki: Ey Lut! Şundan emin ol ki biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla zarar veremezler. Sen gecenin bir kısmı olunca ailenle birlikte hemen buradan çık git. İçinizden hiç kimse geri kalmasın. Eşin müstesna. Çünkü ona da onlara gelen felaket gelecektir. Haberin olsun, helak olacakları zaman, sabah vaktidir. Zaten sabah çok yakın değil mi?”

82.Ayet: “Ne zaman ki, emrimiz geldi; o ülkenin altını üstüne getirdik ve üzerlerine pişirilmiş toprak parçaları ve taş yağdırdık”.

83. Ayet: “O taşlar Rabbin katından işaretlenmiş olarak yağdırılmışlardır. Bu tür akıbetler zalimlerden uzak değildir.”

Yukarıda naklettiğimiz Sure ve Ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Kur'an'ın tepkisi ve yasakladığı şey, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir alışkanlık olarak cinsi sapkınlığın hedonisttik amaçlarla, sınır tanımaz hazcı bir yaşam tarzının parçası olarak gören ve bu tür yaşamı “Tanrıtanımaz” bir yaşam biçimi haline getirmiş olan, erkek cinse aşırı ilgi duyarak eşcinsel ilişki kurmak konusunda ısrarcılığını sürdüren ve en kötüsü kendi sapık, ahlak dışı eğilim ve davranışını bireyler ve toplum üzerinde zorla hâkim kılmaya çalışan, iş birliği halinde organize bir zorba ve ahlaksız topluluk olarak görünmektedir.

Bu sapkın hali, Allah’ın yaratılış yasalarına aykırı hareket etmeyi kendileri için zevk, eğlence ve yaşam biçimi haline getirmiş, her türlü ahlak dışılığı tanrı tanımaz bir şekilde yerine getirmeyi amaçlayan zorba ve güç sahibi bir grubun Allah’ın buyruklarını hiçe sayan bir ahlaksız başkaldırı davranışı olarak nitelemek mümkün görünüyor.

 

Yoldan çıkmış zorba bir topluluk ve güç karşısında, Allah’ın iradesine uygun temiz yaşamı benimsemiş ve bu yaşamı gerçekleştirmek konusunda çaresiz kalmış insanların, Hz. Lut’un şahsında, bu edepsizlik ve zorbalıktan korunacak sağlam bir kale ve yurt aramaları, Allah’a sığınmaları ve çaresizliklerini Allah’a yönelterek yardım istemeleri şeklinde gerçekleşmektedir.

Ayetlerdeki açıklamalara dikkat edilirse Lut kavmi tarafından ahlaksız teklife maruz kalanlar, genç birer erkek şeklinde Lut peygambere, kavminin Allah tarafından cezalandırılacağını bildirmeye, kendisini ve temiz olan aile fertlerini ise gerçekleşecek felaketten kurtarmaya gelen iki Melektir. Genç iki erkek görünümündeki meleğe tacizde bulunan, erkek cinse karşı eşcinsel eğilim gösteren sapkın ve ahlakdışı fiilleri gerçekleştirmek isteyen güruh; hedonist, sapkın cinsi münasebeti kendileri için tutku haline getirmiş, sapkın, dünyevi hazlara düşkün bir topluluk şeklinde ortaya çıkıyor.


Böyle bir topluluk ve yaşam tarzı, Kur’an’da belirtildiği şekliyle Lut Peygamberin kavminde görüldüğü gibi, bugün de çeşitli tuzaklar, hileler ve ifsat edici, ayartıcı metotlarla, her türlü müsait ortamı kullanarak, maddi veya manevi nüfuz ve hatta güç kullanarak kendi zevklerini tatmin etmeye yönelik davranış gösteren kişi ve gruplar olarak var olmaya devam etmektedir. Bu tür kişi ve gruplar kendi eşcinsel eğilimlerine hizmet edecek, sapkın eğilimlerine uygun bireylerin ortaya çıkması ve kendileri ile eşcinsel veya sapkın ilişkiye girmelerini sağlayıcı her türlü gizli veya açık baştan çıkartma yolunu, korumasız ve çeşitli psikolojik, ailevi, toplumsal problemler yaşayan kişiler üzerinde fütursuzca sergilemekten geri kalmamaktadırlar.


Bu tür hedonist kişiler, her türlü normal dışı, hazcı cinsel eğilime ve davranışa yol açan ortam ve durumlardan yararlanmaktadırlar. Her türlü ahlaki kaygı ve bağdan yoksun, yoldan çıkmış azgın ve fütursuz bir toplum olarak, her türlü ahlak dışı davranışları, zamanımızda da sıkça ifade edildiği gibi “bireysel tercih”, “bireysel özgürlük”, “bireysellik”, “liberal düşünce”, “bireysel serbesti”, “post modern anlayış” ve hatta “insan hakları” gibi kavramlar arkasına saklanarak gerçekleşmesini sağlayıcı propaganda ve baskılarını sürdürmektedirler.


Bu hedonist güruhun kurbanları ise, kendilerine zevk ve eğlence unsuru yaptıkları, şu veya bu şekilde eşcinsel eğilim veya kişilik kazanmış, bu yöndeki alışkanlık, eğilim ve bağımlılıkları doğrultusunda yaşamlarını sürdürme gereğine şartlandırılmış eşcinsel bireylerdir. Ne yazık ki çeşitli ailevi, sosyal etkilerle yönlendirilmiş, üretilip yetiştirilmiş eşcinsel veya sapkın alışkanlıklar edinmiş bireyler, bu hedonist zevkleri ve ahlaksızlığı yaşam biçimi haline getirmiş Tanrıtanımaz sapkın kişilerin ve güruhun mağdurları, kurbanlarıdır.


Bu çok tehlikeli ve sinsi bu kesim tarafından eşcinsel ve ahlaksız kişilik yapısı, istismara açık ve yeterince korumasız dejenere olmuş bir toplumda devam ettirilmek ve çeşitli menfaat gruplarının da desteği ile sürdürülebilir hale getirilmek istenmektedir.


Sayın Hoca “Değişen Beynim” adlı kitabında, “Değişen beynim veya değişen benim” diyor ve bu değişimde “Beynin, biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve sosyal etkilere verdiği uyumlu, insanı yeniden yapılandırıcı özelliklerini beyin gelişiminin bilimsel yönünü de işin içine katarak güzel bir anlatımla açıklıyor.


“Değişen Benim” kitabının, “Bağımlılık Beyindedir” başlıklı bölümünde yazdıklarını şöyle özetleyebiliriz: İnsan beyni, hoşa giden ve tekrarlanması organizmaya hoşluk hissi veren davranışları kodlamak için 'dopamin' adlı kimyasal bir maddeyi salgılayarak bu tip davranışları pekiştirmek eğilimine sahiptir diyor ve sonra da bu biyolojik, fizyolojik olayın mekanizmasını, işleyiş biçimini açıklıyor.


Sonuç olarak Sayın Hocanın, “Unutulacak Şeyler” adlı kitabınızda yer alan “Beyin ve Eşcinsellik” başlığı altında ifade ettiği fikirlere katılmadığımı, aşağıda yaptığımız kısa açıklamalar çerçevesinde ortaya koymaya çalıştık. Düşüncelerimi özet olarak Sayın Hocanın bilimsel hoşgörüsüne dayanarak sunuyorum.


1- Eşcinsel kişilik yapısındaki bireylerde, doğum öncesinde ana karnında oluştuğu belirtilen beyindeki farklı oluşumların, doğum sonrasında da devam ettiğine dair, “beyin oluşumu eşcinsel karakter belirten bebeğin” yaşam süreçlerini anlamlı aralıklarla takip ederek, bebeklik, çocukluk, ergenlik dönemi dahil yaşamı sürecinde, beyin gelişmelerinin ve kişiliğinin başkaca hiç bir etki altında kalmadan doğum öncesi eşcinsel beyin bulgu ve oluşumuna paralel olarak geliştiğini ispat eden vaka örneklerine kitabın ilgili bölümde yer verilmemiştir.


2- İlgili bölümde verdiğiniz eşcinsel bireylerdeki beyin gelişimine dair örnek ve vakalar, eşcinsel eğilim ve davranış özellikleri ortaya çıkmış ergin kişiler üzerinde yapılan beyin gelişmelerinin eşcinsel yapı gösterdiği denek bulgularının değerlendirilmesine dayanmaktadır. Ergin eşcinsel vaka örneklerinin geçirmiş oldukları ve olabilecekleri psikolojik, biyolojik, ahlaki ve ailevi ortam ve ilişkiler dahil toplumsal ortam ve özelliklerin dikkate alınmamış olması böyle kesin bir yargıya varmaya engeldir ve bilimsel değildir. Ancak eşcinsel oluşum geçiren ergin bireylerin yapısını ortaya koyabilir.


3- “Değişen Beyin” veya “Değişen Benim” anlayışı gereği büyük bir vukuf ve sadelikle, çağdaş bilimsel bulgu ve bilgiler ışığında tanımlanan, bilimsel olarak gözlemlenen ve kabul edilen “Beynin Plastisitesi” konusundaki psikolojik, biyolojik, toplumsal yaşam etkilerinin, bu etkilerin veya etkilenmelerin sıklık ve tekrarının ortaya çıkardığı alışkanlık ve bağımlılık oluşturma olgu ve ihtimalinin “eşcinsel bireyler” bakımından hiç değerlendirmeye alınmamış olmasıdır.


4- Bu konuda ortaya çıkan bilimsel boşluğun bir “Bilimsel körlük” veya “Bilimsel yanlılık” veya “Bilim ile aldatma” sayılıp sayılmayacağını dikkat ve takdirinize sunmak isterim.


5- Kur'an'ın, İslam Dini dahil diğer Semavi Dinlerin Lut kavminin sapıklık ve hilkate aykırı eşcinsel yönelişinin hedonist; ahlaki sınır tanımaz ve Allah’a başkaldırı şeklindeki yaşam tarzından kaynaklandığını Kur’an açıkça belirtiyor. Bu anlayışın hiçbir ahlaki sınır tanımaksızın sergilenmesinin zorbalık ve güç kullanarak sürdürülmek ve bu konuda bir hegemonya kurulmak istendiği açıklanıyor.


6- Kendi sapık ahlak anlayışlarını benimsemeyen, Allah’ın öğütlediği temiz, yaratılışa uygun yolda yaşamlarını sürdürmek isteyenlere ise yaşam hakkı tanımayan; onları sürgün ederek veya etkisizleştirerek gerçekleştirmek istedikleri despotik güç kullanmaya yönelik davranış özelliklerini dikkate almakta çekingen davranmak, doğru olandan yana bir tutum olarak nasıl değerlendirilmek gerekir?

 

Prof. Dr. Ömer Adil ATASOY
İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi İstanbul

 

 

Kaynak: Editör:
Etiketler: Prof., Dr., Ömer, adil, Atasoy, "Ben, Kimim?, Silik, Yüzlerin, ve, Kanadı, Kırık, Kuşların, Hikayesi", Kitabın, Takdim, Yazısı,
Yorumlar
Haber Yazılımı